lauantai 29. marraskuuta 2008

Bitenem İyi ki Varsın

İki ayrı yerlerde ,birbirinden ayrı yaşayanlariz biz Sevqim öyle büyyükki sanki hep yanıbaşımdasınHep benleymişsin qibi huzur doluyum..Yataqıma yattıqımda sanki başucumdaymışsın qibiKendimi rahatça uykuya bırakıyorumSabahları sıcak bir tebessümle uyanıyorum derin uykumdan..Gün boyu içimdeki tarifi olmayan huzurum oluyorsun Karanlık qecelerden korkmuyorum artıq ürpermiyorumSanki bir ışık olup aydınlatıyorsun zifri karanlık qecelerimi..Dünyanın en mutlu insanı yaptıqın için Teşekkür ederim sana..İyi ki benimsin ..İyi ki benimlesin ..İyi ki hayatımdasın..İyi ki çıktın karşıma ..İyi ki KALBİMİN SAHİBİ OLDUN

( iyiki diyebilmenin guzel oldugunu yeniden gordum)
Kısılır sesim sebepsiz
Yalnızım sensiz
En yüksek payitaht benim
Yanarken ellerinde ellerim...
Masal mı denilir sana
Roman mı yaşananlar
Ya da unutulmuş bir destan Kaçamak,
O ilk, o masum bakışlarından...
Tebessümlerin; rüya
Mahzun duruşun; yalvarış
Nazlanışın; yakarış
Ve âmindir
Senden gelen baygın bir bakış... Duasın,
Her an doğansın
Neyse işte adın bilmem,
İyi ki varsın...
Benim canım sevgilim
İyiki varsın
Ben aşkımı yana yana söyleyemedim
Yüreğimden yüreğine dinletemedim
Kara sevda gizlenir mi söyle sevdiğim
Paylaşamazsam seninle çürür bedenim
Benim canım sevgilim

İyiki varsın
Allahım benden alsın ömrüne katsın
Bu garip canımdan daha da cansın
Bende sonradan değil doğuştan varsın


Yaşama sebebim olan>>>Beni ben yapan

Hayatıma anlam katan>>>Biricik aşkım iyiki varsın

Sensiz hayatı düşünemem>>>Yolumu kaybederim nereye gideceğimi bilemem

Senden başkasına yar diyemem>>>Biricik aşkım iyiki varsın

Sensin benim yaşam pınarım>>>Gücümü senden alırım

Sen olmazsan yıkılırım>>>Biricik aşkım iyiki varsın

Sen ki çayırlardaki kınalıkuzu>>>Soframda aşımın tuzu

Yanımdaysan çölde neyleyeyim suyu>>>Biricik aşkım iyiki varsın

GERÇEKTEN 16 SENE ÖNCE İYİ Kİ O BEBEK DÜNYAYA GELMİŞ.

İYİ Kİ BÜYÜMÜŞ VE BAKTABUL'A GELMİŞ.
İYİ Kİ VARSIN. İYİ Kİ TANIMIŞIZ SENİ.
HEP AMA HEP İSTEDİKLEİRN OLSUN HAYATTA DİLEKLERİN GERÇEKLEŞSİN VE YÜZÜNDEN GÜLÜMSEME EKSİK OLMASIN.
AİLENE TEŞŞEKKÜR ETMEK LAZIM SENİN GİBİ BİRİNİ YETİŞTİRDİKLERİ İÇİN HADİ BİR DİLEK TUT VE ÜFLE MUMLARI

(BENİ UNUTMA DİLEK DİLERKEN)
Fırtınalar kopuyor yüreğimde tarifi imkansız
Kabına sığdıramıyorum düşlerimi
Kalbim adeta yerinden sökülürcesine atıyor
Mutluluktan uçuyorum, coşuyorum
Bayramlık alınmış çocuklar gibi seviniyorum
Yeniden doğdum adeta seninle
Hiç böyle olmadı bu yürek,
hiç delice atmadı böylesine....
Geçmişin derinlikler üzerinden gelen sen
Hayat verdin yüreğime
Umut işığım oldun
Bu soguk gecelerde varliğinla ısındım
Senli düşler görmeye başladımiçinde en güzel sevgilerinen güzel aşklaındelice tutkuların olduğudüşler...
Seni Bana Veren Rabbime Bin Şükür Ki
Sesine hasret kulaklarım Sesinle çınlıyoraş kına hasret kalbim delice yanıyor
Ellerinden yoksun ellerim artık hiç üşümüyoriyiki geldin ve yanımdasınHep aklımda, hep kanımdasın
Yüreğimin en tatlı yanındasın
SENİ ÇOK SEVİYORUM***Bitenem İyi ki Varsın...

tiistai 18. marraskuuta 2008

mektup ve hikayeler

YAŞAMIN YANKISI
..........Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlar.Birden genç takılıp düşüyor ve canı yandığı için "ah!"diye haykırıyor.İleriki dağın tepesinden "ah!" diye bir ses duyuluyor ve şaşırıyor.Merak ediyor ve "sen kimsin?" diye bağırıyor.Aldığı cevap "sen kimsin?" oluyor.Aldığı cevap "sen kimsin?" oluyor.Dağdan gelen ses "sen bir korkaksın" diye cevap veriyor. Bunun üzerine genç babasına dönüp "baba ne oluyor böyle ?" diye soruyor. "oğlum" der adam dinle ve öğren! Dağa dönüp "sana hayranım" diye bağırıyor.Gelen cevap " sana hayranım " oluyor. Baba tekrar bağırıyor, "sen muhteşemsin!" oluyor. Oğlan çok şaşırıyor ama halen ne olduğunu anlamıyor.Baba açıklamasını yapuyor:Oğlum insanlar buna "Yankı" derler, ama aslında bu "Yaşamdır." Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir, yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğin zaman daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren! Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, herkes için geçerlidir. Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada yansımasıdır.


AYRILIK
O KADAR DA ÖNEMLİ DEĞİLDİR BIRAKIP GİTMELER,ARKALARINDA DOLDURULMASI MÜMKÜN OLMAYAN BOŞLUKLAR BIRAKILMASAYDI EĞER... DAYANILMASI O KADAR DA ZOR DEĞİLDİR,BÜYÜK AYRILIKLAR BİLE EN GÜZEL YERDE BAŞLATILSAYDI EĞER... UTANILACAK BİR ŞEY DEĞİLDİR AĞLAMAK, YÜREKTEN ÜZÜLÜP GELİYORSA GÖZYAŞI EĞER... YÜZ KIZARTICI BİR SUÇ DEĞİLDİR HIRSIZLIK, ÇALINAN BİRİNİN KALBİYSE EĞER... KORKUCULACAK BİR YANI YOKTUR AŞKLARIN,İNSAN BÜTÜN DERİLERDEN SOYUNABİLSEYDİ EĞER... O KADAR DA YÜREK BURKMAZDI ALIŞILMAZ BİR SES, HİÇBİR ZAMAN DUYULMASAYDI EĞER... DAHA ÇABUK UNUTURDU BELKİ SU SIZDIRMAYAN SARILMALAR, KARA SEVDEYLA SARIP SARMALAMASALARDI EĞER... BELİRSİZLİĞE YELKEN AÇARDI İRİ ELA GÖZLER, ZAMANLA ÖYLESİNE DELİCE BAKMASALARDI EĞER... ÇABUK UNUTULURDU ISLAK Bİ ÖPÜCÜĞÜN YAKICI TADI, BELKİDE KALP GÖĞÜS KAFESİNE O KADARDA YÜKLENMESEYDİ EĞER... YERİNİ BAŞKA ŞEYLER ALABİLİRDİ UZUN GECE SOHBETLERİNİN SON SİGARA PAYLAŞILMASAYDI EĞER... DÜŞLERE BİLE KAR YAĞMAZDI,HİÇBİR ZAMAN, MEYDAN SAVAŞLARINDA KORKULAR AŞKI AĞIR YARALAMASAYDI EĞER... SU GİBİ AKIP GEÇERDİ HİÇ GEÇMEYECEKMİŞ GİBİ DURAN ZAMAN, BEKLEMEYE DEĞECEK OLAN GELECEKSE SONUNDA EĞER... RENGİ BİLE SOLARDI DÜŞLERDEKİ SAÇLARIN ZAMANLA, TANIMSIZ KOKULARI YASTIKTA YAPIŞIP KALMASAYDI EĞER... O BÜYÜK , O GÖRKEMLİ, ÖLÜM BİLE ANLAMINI YİTİRDİ, YAŞANILMASI HERŞEY YAŞANMIŞ OLSAYDI EĞER... O KADAR DA ÇEKİLMEZ OLMAZDI YANLIZLIKLAR, SON UMUT IŞIĞI DA SÖNMEMİŞ OLSAYDI EĞER... BU KADAR DA ISITILMAZDI BELKİ DE BAHAR GÜNEŞLERİ, HER KAYBEDİŞİN ARDINDAN HAYAT YENİDEN BAŞLAMASAYDI EĞER... KAHVALTIDAN ÖNCE SİGARAYA SARILMAK ŞART OLMAZDI BELKİ DE, DEV BİR ÖZLEM DALGASI MEYDAN OKUMASAYDI EĞER... ANILAR KALIRDI BELKİ DE ZAMANLA İNCE BEL, NAMUSSUZ ÇAY BİLE İNCE BELLİ BARDAKTAN VERİLMESEYDİ EĞER... UYKUSUZLUKLAR YAKIP GEÇMEZDİ, KISACIK KESTİRMELERİN ARDINDAN, DOKUNULASI İPEKTEN BİR O KADAR UZAKTA OLMASAYDI EĞER... ISSIZ BİR YUVA BİLE CENNETE DÖNÜŞEBİLİRDİ BELKİDE SICAK BİR GÜLÜŞLE ISITILMASAYDI EĞER... YOKSUL DÜŞMEZDİ YILLANMIŞ ŞARAP TADINDAKİ ŞİİRLER, BÖYLESİNE KULAĞINA OKUNACAK BİRİ OLMASAYDI EĞER... İNANMAK MÜMKÜN OLMAZDI HER AŞKIN BAĞRINDA BİR AYRILIK GİZLENDİĞİNE BELKİ DE KARTVİZİTİNDE "ONCA AYRILIĞIN BİRİNCİ DERECEDEN FAİLİDİR" DENMESEYDİ EĞER... GERÇEKTEN BOYNUNU BÜKMEZDİ PAPATYALAR, İHANETİNDEN ONLARDA ATNI PAYINI ALMASAYDI EĞER... ISIZLIĞA TESLİM OLMAZDI SAHİLLER KENDİ BELİRSİZ SAHİLLERİNDE, AMAÇSIZ GEZİNTİLERLE AVUNMAYA KALKMAMIŞ OLSAYDI EĞER... SEN GİTİKTEN SONRA YANLIZ KALACAĞIM, YANLIZ KALMAKTAN KORKMUYORUM DA, YA CANIM ELLERİNİ TUTMAK İSTERSE... EVET SEVGİLİ , KİM ÖZLERDİ AVUÇ İÇLERİNİN TER KOKUSUNU, KİM UZANMAK İSTERDİ İNCE PARMAKLARINA, MAZİLERİNDE GÖRKEMLİBİR YAŞANMIŞLIĞA TANIKLIK ETMİŞ OLMASALARDI EĞER...


BANA BİRAZ GÜLERMİSİN
Merhaba gülen gözlü arkadaşım! Dudağındaki tebessümü kaybetmemişsin daha. Ne güzel dünyaya gülen gözlerle bakabilmek ve insanlara tebessümler saçabilmek senin gibi. Biliyorum, üzülüyorsu n donuk gözlerle karşılaşınca... Ne yapalım arkadaşım! Herkes senin gibi olamaz... Aslında bütün insanlar senin gibi olmalı. Bilseler bir tebessümle neler yapabileceklerini. Bir çocuğun gözlerindeki ışıltıyı, bir tebessümle nasıl görebileceklerini, sıkıntılarla dolu bir insana nasıl dünyaları verebileceklerini bilseler... Gülen gözlerin buzları nasıl erittiğini, kalpleri nasıl birleştirdiğini bilseler, eminim onlar da senin gibi olmak isterlerdi Ve sevgi saçıyorsun gülen gözlerinle arkadaşım sıkıntılarla dolu bir insana, nasıl dünyaları verebileceklerini bilseler ve gülen gözlerin buzları nasıl erittiğini, kalpleri nasıl birleştirdiğini bilseler, eminim onlar da senin gibi olmak isterlerdi. Sevgi saçıyorsun gülen gözlerinle arkadaşım. Saf ve hiç beklentisi olmayan bir çocuk gibi... Hayır arkadaşım! Sevgi,sadece sevgiliye duyulmaz. Sevgi evrenseldir Hiç kimse altın yığınları gibi kasasına kilitleyemez onu, Onun yeri kalplerdedir Onun yeri bir bahçıvanın ellerindedir, sevgi tohumları saçabilmek için... Evet,sevgi her yerdedir Yeter ki sen onu bulmak iste. Sevgiyi bulmak kolay, zor olan onu elinde tutabilmekte. Unutma arkadaşım! Sevgiyi duyabilmekle de is bitmiyor. Sevgiyi göstermek de gerekiyor. Hayat kısa arkadaşım, bugün olan yarin yok! Sevgiyi göstermek beklemeye gelmez, yarin çok geç olabilir. Elindekini kaybetmeden kıymetini bilmeli. Simdi koş sevdiğinin yanına.. Önce ona gülen gözlerle sımsıcak bir gülümse ve "seni seviyorum" deyiver, içinden gelen en sıcak sesinle Bu senin gibi bütün canlılara karşı sonsuz bir sevgi duyan bir insan için hiç de zor değil.. Bu yalnızca, yüreğinin buz kapladığını zanneden insanlara biraz zor gelecekte. Ama onlar da senin gösterdiğin cesareti gösterdiklerinde, kalplerinde sevgi kıpırtılarını hissettiklerinde ve ağlamayı öğrendiklerinde, inan her şey onlar için ve bütün insanlar için daha güzel olacak. Hayat çok kısa arkadaşım ve bu dünyadaki hiç bir şey kırılan kalplere degmez.


DOST OLALIM GÖNLÜMÜZCE
Olmasa da olur dediğimiz insanlarla doludur hayatımız; tanıştığımız, selamlaştığımız; klasik cümlelerle iletişim kurduğumuz, yanıtlarını merak etmediğimiz sorular sorduğumuz...İyi insan olmadıkları için mi uzak dururuz onlardan? Hayır, hiç sanmıyorum.Gönülde biter her şey; akla yararlı gelse de samimi bir ilişki, gönlün hayır dediğine ısınmak mümkün olmaz.İster dünyanın en yakışıklısı, ister en güzeli olsun; ister en zengini, ister en komiği; ne yapsa nafile; yüreğine ulaşamaz.Başkası için özel olan, senin gözünde dünyanın en sıradan insanıdır ve ... yüzüne bakmaz kimisi vazgeçemediğim dediğinin...Gönlümüzd& uuml;r hükümdar; kime ne paye vereceğini o belirler.Kimine “dost”, “yar”, kimine “tanıdık”, “arkadaş” deyip, çıkar işin içinden...Özünde iyi olduğuna inansam da insanların, herkesi sevemem onun yüzünden...Hem, kalabalıktan da hoşlanmaz zaten; sevginin, sevdiklerinin hakkını vermek ister.Sonuçta, sevmek büyük bir sorumluluktur; emek vermek gerekir, ilgilenmek...Sevdiğim her insanın yaşamına bir anlam katmalıyım; zorlu ve vazgeçilmez bir serüven olmalı; dost dediğim insanlarla aynı zaman dilimini paylaşmak!Hani, bilirsiniz işte! Dostlar vardır çiçek gibi; koklar koklamaz alır götürür bütün yüklerinizi...Evsizseniz ya da odun kömür bulamıyorsanız yakmaya; uzundur kış geceleri...Dostlar vardır soba gibi; yüreğindeki ateşle ısıtır ellerinizi...Dostlar vardır; fırtınada sığınak, güneşte gölge; yanarken buz gibi su dökmez üstünüze; aksine, harlandırır ateşi; bilir ki, yanmayanı hiçbir şey söndüremez.Dostlar vardır, yıldız gibi; hava kapalıyken bile, kapkara bulutların bekçisidir gökyüzünde ...Dostlar vardır, arada bir uğrayıp alt üst eder yaşamınızı; dili zehir zemberek, bakışları keskindir.Dostlar vardır gül gibi; sarılırken yaralanmayı göze almanız gerekir. Hani, kiminin yoluna halı sersen kar etmez; dostlar vardır, minder de kafi gelir; sen olursan fark etmez.Dostlar vardır; rakısız çözülmez dili, muhabbeti çekilmez; dostlar vardır, efkarının sebebi bir bardak demli çaydır.Dostlar vardır, omzu her derde devadır.Dostlar vardır, iyi bir öğretmen gibi, nasıl sorulacağını öğretir.Dostlar vardır dağ gibi vakur; toprak kadar bereketli, mert...Dostlar vardır; ney gibi hüzünlü, saz gibi asi; şiir kadar büyük...Dostlar vardır türkü gibi; her zaman söylenmeseler de her daim içinde taşır sevdasını; yangınını bulaştırır bir gönülden diğerine...Dostlar vardır baki; tanıştığın gün doğar, yittiği gün ölürsün! Zamana ve darbelere; yollara ve hasretlere dirençli...Dostlar vardır, közde mısır, kadehte şarap; ateşte yanmanın da, şarapla sönmenin de tadı damağındadır.Dostlar vardır; yüreğine kök salmış bir çınardır; hiçbir şey deviremez; gönülden gönüle kurulmuştur köprüler; ne yaşansa atılamaz!Dostlarımız vardır bizlere benzerler biraz...Dostluklar vardır, erken dolar vadesi; dostluklar vardır, devam eder ahrette!İşte böyle dostlardır; her şeye lanet ettiğin günlerde bile, yaşamını güzel kılan...Gönül, her yerde onları arar.Ve bulduğunda haber gönderir bize; bir sıcaklık yayılır yüreğimize; bunda bir iş var deriz, takılırız peşine...Dost olalım gönlümüzle !



ÖYLE BİRİNİ TANIYORMUSUNUZ?
Sizi sizin kadar tanıyan biri; sizi düşünen, düşünmeyi öğrenmiş, sakin, uslu, efendi, oturmayı kalkmayı bilen, sevmeden edemediğiniz biri; size sizi anlatmayı herşeyden çok seven, sizin için çok şey başarmaya hazır biri; bazen biraz fazla konuştuğundan yakındığınız ama ne söylediğini bildiğinden hep emin olduğunuz, sizi tanıdığı kadar kendini ve hayatı tanıyan biri; yalnızca eşinize anlatabildiğiniz sırlarınızı anlatmaktaN çekinmediginiz, bazen düşüncesine şiddetle ihtiyaç duyduğunuz biri; sabahın üçünde "ayıp olur mu" diye endişelenmeden arayabildiğiniz ve üçüne beşine bakmadan size duymanız gerekenleri söyleyen, gecenin o karanlığında kalkıp ışığı yakan, masasının başına geçen biri; kaleminiz, kağıdınız, aynanız, saatiniz, kravatınız olan, bazen gölgeniz olan biri; ve bazen vicdanımız, bazen de uykusuz bıraktıgınız için, vicdan azabınız olan biri... Hayatınız da böyle biri ... var mı ? Varsa,kıymetini bilin.



DOSTLARINA SIRT ÇEVİRENLER
Paulo Coelho'nun, Seytan ve Genc Kadin adli romanindan hos bir bölüm;..."Yollari oldukca uzunmus, yokus yukari gidiyorlarmis, gunes yakiciymis, ter icinde kalmislar, susamislar.Bir donemecin ardinda harika bir mermer kapi gormusler; kapi, ortasinda bir cesme bulunan altin doseli bir meydana aciliyormus, cesmeden berrak bir su akiyormus.Yolcu kapidaki bekciye donmus.'Iyi gunler.''Iyi gunler,' diye yanit vermis bekci.'Burasi harika bir yer, adi ne?''Burasi cennet.''Ne iyi, cennete gelmisiz, cunku cok susadik.''Iceri girip dilediginiz kadar su icebilirsiniz', demis bekci ve eliyle cesmeyi gostermis.'Atimla kopegim de susadilar.''Kusura bakmayin,' demis bekci.'Buraya hayvanlar giremez.'Yolcu cok uzulmus, cok susamismis, ama suyu tek basina icmek istemiyormus. Bekciye tesekkur edip yoluna devam etmis. Epeyce bir sure yamac yukari gittikten sonra eski gorunumlu kucuk bir kapiya varmislar, kapi iki yani agaclikli toprak bir yola aciliyormus. Agaclardan birinin altinda, sapkasini alnina indirmis, uyur gibi yatan bir adam varmis.'Iyi gunler,' demis yolcu Adam basini sallamis.'Atim, kopegim ve ben cok susadik.''Surada taslarin arasinda bir pinar var,' diyen adam eliyle orayi isaret etmis.'Istediginiz kadar su icebilirsiniz.'Yolcu, ati ve kopegi pinara gidip susuzluklarini gidermisler.Yolcu bekciye tesekkur etmis.'Istediginiz zaman yine gelebilirsiniz,' demis bekci.'Buranin adi ne?''Cennet.''Cennet mi? Ama mermer kapidaki bekci bana orasinin cennet oldugunu soyledi.' 'Orasi cennet degil cehennemdi.'Yolcunun akli karismis 'Sizin adinizi kullanmalarina niye izin veriyorsunuz? Yanlis bilgi vermeleri buyuk karisikliga neden olur!''Hic de degil. Aslinda onlar bize buyuk bir iyilikte bulunuyorlar. En iyi dostlarina sırt cevirenlerin hepsi orada kalıyor cunku.



Seyret sus ve dinle
Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf gibi günü karşılıyordu.Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş bana gülümseyerek gün başlıyor."Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor."İiiiiiiiihhhhhh , bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden bozuyor?"Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş hızla yuvarlanmaya başladı. Fare sesi duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini seyre...Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar oluşturuyordu.Deniz dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:"Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki? Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?Kabul et gerçeği, herşey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de burada. Bu sayede hergün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders veriyor. Sen iyisi mi sadece SEYRET, SUS ve DİNLE."Dağ denize sordu:"SEYRET, SUS ve DİNLE? O da ne demek?"Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin... Sustuğunda kendinden başkalarının söylediklerini duyabileceksin...Dinlediğindeyse onlardan öğrendiklerini uygulama fırsatı bulabileceksin..."



Arkadaş kelimesinin özü
Orta Asyada, savaşın ok ve yay ile yapıldığıdönemlerde Türk savaşçılar, arkalarından gelebilecek bir saldırıyı önlemekiçin, sırtlarını önceden bu amaçla hazırlanmiş bir TAŞ'a dayarlardı.Bu taş "ARKA-TAŞ" veya Azerbaycan'daki telaffuzuyla "ARKA-DAŞ"olarak adlandırılırdı. Dostluk kavramının zaman içinde,insanın arkasınıyaslayabileceği ve kendisini olabilecek kötülükler den koruyacağı fikri ileözleştirilmesi sonucu "arkadaş" kelimesi "dost"anlamında Türkçedeki yerini buldu. Sırtınız "arka taş" sızkalmasın..



ÜÇ FİLİTRE
Bir gün bir tanıdığı büyük filozofa rastladı ve dedi ki; "Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?""Bir dakika bekle" diye cevap verdi Sokrat. Bana birşey söylemeden önce senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna "Üçl&uum l; Filtre Testi" deniyor. "Üçl&uum l; Filtre?""Doğru," diye devam etti Sokrat. Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir.Birinci filtre: "Gerçek Filtresi""Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?""Hayır," dedi adam "Aslında bunu sadece duydum ve ... "Tamam," dedi Sokrat"Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim," "İyilik Filtresini""Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi birşey mi?" "Hayır, tam tersi ...""Öyleyse," diye devam etti Sokrat, "Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı." "İşe yararlılık filtresi""Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?" "Hayır, gerçekten değil." "İyi," diye tamamladı Sokrat,"Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?" Bu, Sokrat'ın iyi bir filozof olmasının ve büyük itibar, saygı görmesinin sebebiydi.Yakın ve sevgili herhangi bir arkadaşınız hakkında başıboş konuşmalar duyduğunuz her sefer bu üç filtre testini kullanmanız sizlere hararetle tavsiye edilir. Socrates



Telefon Defteri
İnsan telefon defterini temize çekerken bazı isimleri eski defterinde bırakır.Onlar artık bir daha asla aranmayacaktır. Garip bir hüznü barındıran bu silik isimlere bakılır bakılır. Kimi okuldan sınıf arkadaşınızdır, kimi çok çabuk unutuverdiğiniz bir sevgili, kimi bir cafede aylarca herşeyi ama herşeyi paylayştığınız birisi; yada istifa ettiğiniz bir yerden bir arkadaşınız! Soyadları sorulmamış bir sürü hatırlanmayan isim de vardır defterde; ve şüphesiz üstünde isim olmayan telefon numaraları. Korkunç bir operasyonla onlarca hayat, onlarca güzellik bir çırpıda ortadan kaldırılır.İnsan telefon defterini temize çekerken bazı isimler üzerinde durur.Onca zaman sonra birkez arasanız, sesini duysanız... Ona edilebilecek bir çift sözünüz yoktur! Birlikte gittiğiniz filmler, meyhaneler, evler birbirinizi yıllar sonra özlemenizi sağlayacak sevgiyi aşılamamıştır size. Yalnızca bir isimdir şimdi o. Temize çekerken atlarsınız hemen. Derhal çevirirsiniz sayfayı telaşla, alalacele. Oh, isim geçmişte kalmıştır.İnsan telefon defterini temize çekerken hayatını da sorgular.Hangisi ihanet etmiştir, hangisi yalvarmıştır kendisini bırakmamaniz için; hangisinin bir süre sonra arkanızdan konuştuğunu duymuşsunuzdur; hangisi sizi en güzel öpmüştür; hangisi rüyalarınıza girmiştir, hangisinin ayak parmakları ilginizi çekmiştir; hangisinin burnundaki kıllar sizi aşırı rahatsız etmiştir; hangisine hediye alırken zorlanmışsınızdır; hangisiyle en hararetli tartışmalara girip kavga etmişsinizdir; hangisinin eşine siz de büyük bir aşk duyup bunu acıyla gizlemişsinizdir; hangisi için sabahlara kadar içip içip ağlamışsınızdır? Doğrular, yanlışlar, hatalar, tutkular! Birlikte Edip Cansever okuduğunuz o insanlar, solmuşlardır.İnsan telefon defterini temize çekerken yalnızlığını da kanıtlar.Bütün bu insanlar şimdi nerede, ne yapmaktadırlar? Saat elbette dört'tür! Paradoks, labirent, koni, tüm bilimsel ifadeler ve mentalite tersine dönmüştür . Ters dönmüşüzd ür. Bu tek başınalık ve bu isim katliami aslında size ters gelir... Çalan telefona bakarsınız. Acaba? Acaba telefon defterini temize ceken bir arkadaşınızın son anda kurtarma çabası mıdır? Bir iki kırık sözcük, yarım yamalak bir buluşma, belki... Bilemezsiniz.Lütfen, ama lütfen telefon defterlerinizi kaybetmeyiniz...



ARKADAŞ
Savaşın en kanlı günlerinden biri.. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğün ü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu ve: " Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?.." Delirdin mi? der gibi baktı teğmen... " Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş...Büyük olasılıkla ölmüştür bile.. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın.." Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. " Git o zaman.." İnanılması güç bir mucize.. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü.. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen,kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü: " Sana değmez! Hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bu zaten ölmüş.." " Değdi teğmenim. " dedi asker.." Nasıl değdi? dedi teğmen.. Bu adam ölmüş görmüyor musun?." " Gene de değdi komutanım.. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için.." Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı " Jim!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı. " Geleceğini biliyordum..."



Sihirli saat ve uçan semsiyeler
Bir gün Josef (kuzenim) sihirli bir saat aldı. Ve Esinlerin evine geldi.Büyülü saatin dümesine basınca 'klik' diye bir ses çıkıyordu. Ve 'klik' diye bir ses çıkınca Esin görünmez oluyordu. Josef bir sürü kez saatinin dümesine bastı ve Esin'i görünmez yaptı ve bir sürü kez görünür yaptı. Sonra saatinin pili bitti. Josef hemen bakkala gidip pil aldı büyülü saati için. Çünkü saatinin pili bitmişti. Bakkal ona pilleri verdi. Josef de onları hemen saatine taktı. Sonra Esinlerin evine geri geldi. Saatin dümesine bastı. 'Klik' diye ses çıktı. Ama Esin görünmedi. Sonra Josef anladı ki saatine yanlış pili takmıştı. Hemen bakkala gitti. Bakkal ona başka bir pil verdi. Josef bunu taktı ve eve gidip dümeye bastığında Esin göründü ama minnacık minnacık minnacık oldu. Ama bir daha saate bastığında Esin büyüdü. Ve sonra ikisi birlikte anladılar ki Esin küçülm&u uml;yordu. Çevredeki her şey büyüyordu. Balkon da büyüdü ve balkon dünyanın en büyük balkonu oldu. İçinde labirentler oluştu. Ve Josef, Esin'in oraya girmesini istemedi. Çünkü Esin kaybolabilirdi. Sonra yan binanın balkonuna baktılar ve oradaki şemsiyelerin döndüğün& uuml; gördüler. Bütün şemsiyeler rüzgâr gülü gibi dönüyordu. O sırada Deniz (Josef'in teyzesi, benim annem olan Deniz) Josefe şemsiyelere tutunursa uçacağını söyledi. Josef de şemsiyeleri tuttu ve uçtu.Josef şemsiyeyi tutup uçarken İngilteredeki evine gitmeye karar verdi. Bulutların hizasında uçmaya başladı. İngilteredeki evine giderken şemsiyeyi bıraktı ve bir buluta çıktı. Ve sonra bir buluttan öbürüne zıplaya zıplaya dolaşmaya başladı. Ve dolaşırken Türkiye'ye giden bir uçak gördü. Uçağa atladı ve içine girdi. Sonra Türkiye'de indi. O sırada herşey büyüdü. Pastacıdaki pastalar da büyüdü. Ve herşey sarı oldu.Josef sarı oldu.Onun saati de sarı oldu.Esin sarı oldu.Pastacıdaki pastalar da sarı oldu.Herşey, herşey sarı oldu.Sonra Josef kocaman bir dev oldu. Herşey eski renklerine döndüğü sırada Josef, Deniz ve Esin'i yedi. Sonra da Josef gri minnacık minnacık minnacık bir fare oldu. O fare olurken Esin ve Deniz onun içinden çıktılar. Çünkü ikisi de bir fareye sığamazlardı.Sonra herşey fare oldu.Bobi fare oldu. Bütün pastalar fare oldu.Esin de fare oldu.Herşey, herşey fare oldu.Sonra herşey eski haline döndü. Josef de insan oldu yeniden. Ve öykü bitti.


ÇOBANIN DOSTU KAVAL
Küçük yaşlarda başlamıştı kahramanımız alinin serüveni. aslına bakarsanız o daha doğmadan yazılmıştı adı bu dağlara, ovalara, ırmaklara, ağaçlara. Babası da çobandı alinin dedeside. ali doğdğunda babası ona karlı dağların yamacından akan, kar sularının birleşerek çağladığı ırmak kenarlarındaki bir kamıştan kaval yapmıştı. o ağladığında kavalı sustururdu, o güldüğünde kavalı neşelendirirdi, tek oyuncağı bu kavaldı alinin çocukken. ali büyüdükçe sanki babasının gittiği o yüce dağların kendini çağırdını hisseder ağlardı. nihayet ilk kez babasıyla koyun sürüsünü alarak yola koyuldu küçük ali. henüz dört beş yaşlarındaydı ve oldukça da meraklıydı. sonun da ali gelmişti. dağlar kucak açtı, dereler şarkılar söylediler, ağaçlar onun için nefes alıp verdiler bütün gün. babası aliyi bir süre yalnız bıraktı. alışsın diye doğaya, buralara. artık alışmalıydı ali, bundan sonra o gelip gidecekti buralara, korkusuzca tek başına. Ali kavalına yanına alarak kucağın da bir küçük kuzu, etrafı gezmeye, kendini çağıran bu doğayı tanıyıp kucaklamaya karar verdi. yabancısı değildi sanki buralara daha önceleri gelmiş gibi, tanıdık geliyordu ona herşey. gözleri kapalı tarif edebilirdi sorsalar. kucağından yavaşça bıraktı kuzuyu sürüye katılsın diye ve yanından bir an olsun ayırmadığı kavalını çıkardı. bir ses ona hadi söyle diyordu. durma söyle! ali biraz düşündükten sonra, çözüverdi bulmacayı. kavalını sıcacık kalbine götürerek, sen benim en sevdiğim şeysin arkadaş dedi. bana öğretirmisin seninle konuşmayı. kaval önce tek tek notalardan başladı. sonra anlattı dağları, ağaçları, ovaları, ırmakları, kuşları. konuş benimle dedi ali. kaval devam etti söylemeye türküsünü. babası aşşagıdan gelen kaval sesini duymuştu. onu düşündüren öğretmemişti aliye kavalın dilini. aslında o da biliyorduki , babasıda ona öğretmemişti. ali zamanla büyüdü. on yedi, onsekiz yaşlarında kara gözlü esmer bir yiğit oluverdi. o kavalını her ağzına götürüşünde; koyun sürüsü peşine takılır, dağları geçer, ırmakları, ovaları gezerdi. kavalı sayesinde konuşurdu hayvanlarla, doğayla. o güne kadar karşılaşmadığı ama bir gün mutlaka tanışacağı çakallar sürüsü, alinin sürüsünü sarıverdi bir anda. paniğe kapıldi çoban ali, ne yapacağını bilemedi. gözlerinde yaşlar, yüreğin de korku vardı ilk kez. sıkıca kavradı kavalını, koşarak çakal sürüsüne doğru hamle yaptı. fayda vermedi daha da zorlaştırdı olanları. kavalı dile geldi hissetmişcesine herşeyi başladı namler dökülmeye kavaldan. dağlar dinledi sallandı .ağaçlar dinledi gürledi. ırmaklar dinledi azgın bir dalga gibi çağladı. rüzgar dinledi öfkelendi .çakallar dinledi utandı yaptğından kuyruklarını sokarak bacak aralarına , sessizce uzaklaştılar. bir daha cesaret edemediler bu çobanın sürüsüne yaklaşmaya. ali anladı ki bir parçasıydı bu olanların, sonuna kadar da öğle kalacaktı. ta ki oğluna devredene kadar işini. kaval aliyi hiç bırakmadı. babasını ve diğer babalarını da bırakmadığı gibi.



BİR BABA
Bir baba... Bir adam geçiyor İstanbul'un caddelerinden. Düşüncelerinin ağırlığından sis inmiş taa gözlerinin içine. Buğulu bir camdan ne görünürse, o kadarını görebiliyor ancak! Seyircilerinin şaşkın bakışlarını; önlerinden geçip gözden kaybolana kadar onu takip ettiklerini; ağızlarını bıçak açmadan bu insanın kanını donduran manzarayı görmekten utandıklarını bilmeden yürüyor. Artık tükenmiş bedeniyle, iki yana savrulan insanlık damlalarıyla yürüyor... Yaşı kırkı geçmez ancak ona bakanlar bir tahmin yürütse ellili, altmışlı yaşlarda olduğunu pek ala söyleyebilirler. İki yana sarkmış ince ve kıvrımlı yanaklar, kak kat olmuş alın ve kararmış simsiyah gözler; ağlamaktan artık beyazı bile görünmez olmuş. Gözü görmüyordu dedim ya yine de o sürüyor seyyar satıcı arabasını. Yanında biri var... Belli çile onu da yaşlandırmış... Şehir içi işlek bir yolda arabayı ikisi kullanıyor, sağlı sollu park etmiş arabalara sürtmeden geçmek, arkadan gelenlere çarpılmamak yanındakinin görevi, sessizce konuşmadan sürüyorlar arabayı Zihni artık acıyı öyle işlemiş ki ne bir jest var suratında ne de başka bir ifade, öylece donuklaşmış. Kasketi hafif sağa eğilmiş, ağzında sigara; soğuk havada daha da derin nefes aldığını sanırsınız, ama değil bunlar hiç mühim değil... Hiçbir ayrıntı elleri nasırlaşmış adamın umurunda değil. Yanındakine bırakmış üşümeyi, o arabayı sürüyor nasırlı kara ellerle. Sigarası bitti mi? Yenisini yakmak için bile bırakmıyor arabanın mafsalını tek elle yanındaki yakıyor sigarasını. Ç ;aresizliğin ağır sorumluluğunu yendiği gün, bugün ama ne dese ki! O pişkin suratlı şoföre? -O napar be hocam? Onun danası izin vermemiş, evrakım eksikmiş, getirseymiş, tamammış. Düşünceleri kesik kesik; -Ulan ben nasıl adamım be hocam, bu kadar mı çaresizim be? Yine tuttuğunu hissediyor arabanın muhafazasını, ince ince yağan yağmura aldırmadan. Son görevim bu derken hastaneden çıkıp neredeyse fark etmeden üç dört semti geçmişler. Çok zor olmuştu hastaneden çıkarmak kızı ama herhalde yer kaplamasın diye salıverdiler onları... Herhalde duyuldu da ondan mı korktular? Bu na da şükür dedi. Gittikl eri yere varmak üzereydiler, az kalmıştı yolun sonuna. Görmüyordu arabanın üstünü ama hissediyordu taa içinden acıyı, en derininden, en yıkıcısından, en kahredeninden. Düşünmeden, düşünmekten kaça kaça, şimdi vardılar kimsesizler mezarlığına. Yanlarında getirdikleri kürek ve kazmalarla önce mezarı kazacak sonra da; -Mahallenin imamı gelir mi ki? Kim bilir bedava diye belki... Dü şünüyor adam, düşünmekten kaçmaya çalışarak. Bir yavrusunu hiçlikten kaybetmiş, ölüsün&uum l; hastaneden zor çıkarmış, bir araç bulamayıp, arkadaşının seyyar satıcı arabasını ambülans yapmış, ait olduğunu sandığı bir şehrin kabristanina götürmüş, dayanmış, dayanıyor, şimdi de gömecek... Yanında bilmem kim? Arabanın üstünde; bir kazma bir kürek ve onlarla oynayan bir küçük oğlan, bir tabut ve onun içinde ölmüş, ölmüş öldürmüş; bir küçük kız ve bir baba...



KEDİ İLE İZOLASYON TESTİ :)
Her geçen gün araba sanayiinde Japonlara yenik düşen Amerikalılar bir gün araba teknolojilerini incelemek üzere Japonya'ya giderler. Fabrikayı gezerken bir köşede kutular içinde kediler görürler. Merak edip bu kedilerin ne işe yaradığını sorarlar. Japonlar cevap verir:- "Biz bu kedileri izolasyon testinde kullanıyoruz. Akşam giderken her bir arabaya bir kedi koyuyoruz. Sabah geldiğimizde ise arabada kedi ölüyse problem yok, eğer kedi yaşıyorsa arabanın problemli olduğunu anlıyoruz. Demek ki arabaya hava giriyor" diyorlar.Amerikalılar çok şaşırıyor. Geziyi tamamlayıp ülkelerine dönerken, "Bir de Türkiye 'ye uğrayalım" diyorlar. Türkiye'de bir araba fabrikasını geziyorlar. Yine bir köşede kutular içinde kedileri görüyorlar. Şaşırıyorlar. Dayanamayıp bu kedilerin ne işe yaradığını soruyorlar.Yetkili cevap veriyor:- "Biz bu kedileri izolasyon testinde kullanıyoruz. Akşam giderken her bir arabaya bir kedi koyuyoruz. Sabah geldiğimizde eğer kedi arabada ise problem yok, ama kedi arabadan kaçmışsa, arabanın izolasyon problemli olduğunu anlıyoruz..."



Kirpiden Dost Olurmu?
Kirpilerle (Erinaceus europaeus) insanların dostluğu, kirpinin, besleyen elden kaçmaması, kirpilik yapmaması (başını içe çekip yuvarlak bir diken yığını olmak) ve insanın bağırıp çağırmaması, kirpinin beslenme ve bakımına özen göstermesi, ondan emirleri anlamasını ve isteneni yapmasını beklememesi, kirpi doğasını olduğu gibi kabul etmesi, olarak anlaşılmalıdır.
Kirpinin dostluğu midesinden geçer. Sığır kıymasını, kalp etlerini, kuş karaciğerlerini, irmik lapasını, yumurta sarısını, kedi-köpek mamalarını ve meyveleri sever. Tuzlu yiyecekleri ve sütü beğenmez. Yiyeceklerini en hareketli olduğu akşam saat altıyla dokuz arasında tüketir. Yemekler hep aynı yerde verilmelidir ki insana güveni oluşsun.
Kirpiye çok yavaş yaklaşmalı öyle birden yanına diz çöküp, birden kalkmamalıdır. Zaten hayvanlarla çabuk dost olunmaz. İnsanları hemen her fırsatta denerler. Güvenilir olup olmadıklarını anlamak isterler.
Tehlike sezdikleri anda, kaçarlar. Ev içinden ya da bakıldıkları sandıktan kaçıp uzaklaşmaları olanaksız olduğundan “kirpileşirler&rdq uo;.
Hayvanlarla ve özellikle kirpiyle yakınlaşmaya çalışan insanlar daha ilk günde aynı hatayı yapar kirpiye öpücükler gönderir, şu ya da bu biçimde ağızlarını şapırdatır ya da güveni bozan sesle konuşarak kirpiye yaklaşırlar. Özellikle dudak şapırdatmak yersizdir. Çünkü kirpi dilinde dudak şapırdatmak “Çek git yoksa dikenlerimle işini bitiririm” demektir. Kirpiler arasındaki kavgalar bu ağız şapırdatmalarla başlar. Hatta o anda fotograf çekilirse hemen tostoparlak olur.
Kirpi, insana alıştıktan sonra bahçede bir çalı dibi kazılarak iki delikli bir çukur hazırlanmalıdır. Bunlardan biri doğuya diğeri de batıya bakmalıdır. Kirpi bu yuvaya girince deliklerden birini otlarla tıkayıp hava akımını (rüzgar) önler. Yuvanın içini bulduğu ot ve yosunlarla kendi döşer.
Kötü havalar başlayınca ikinci deliği de kapatır. Bu işteki zamanlaması o denli iyidir ki onunla yarışacak bir hava tahmincisi bulmak güçtür. Hatta ılık bir odada bir sandıkta beslenen ve dışarıdaki durumu hiç algılamayan bir kirpi, alışkanlığı olmayan bir saatte bir köşeye çekilip kıvrılıp yatarak yağmur yağacağını iki gün önceden anlar. Doğadaki her canlıdan öğrenilecek çok şey vardır. Yaptıklarını insanlar uygulayamazlar ama o işi yaparken ya da karşılaştığı sorunu çözerken kullandığı yöntem/yöntemle r, insanlara da yararlı olabilir. Bu yöntemleri doğadan öğrenebilmek için, doğa ve içindeki canlılar titizlikle korunmalıdırlar.



TUZLU KAHVE
Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadardelikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...
“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlıkıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukkendeniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadıdilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadarözleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi... O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak. Ve de bu sohbet öykümüz&uu ml;n harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölüm&uum l;mden sonra aç” diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizimilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayıdefalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...
İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu.. Gözleri nemlendi kadının...Çok tatlı!.. dedi...


SUU PERİSİNDEN
Ey aşk nerdesin? şehrin en varoş yerindeyim, çağırsam buraya da gelirmisin? dikkat et yollar çamur ,yollar tozlu dikkat et kirlenmeyesin bir sen kaldın temiz buralarda birde.....UMUT. belki birgün ........biriniz
KARDELEN
BİR KAR MEVSİMİ SEVDİYİM SEV GİLİ
BAYAZBİ SAYFA GİBİYDİ DUYDUGUM SEVGİ
COK ŞEY YAZILMALIYDI COK ŞEY YAŞANMALIYDI
KISA SÜRDÜ ÇÜNKÜ İSTANBULDA KAR MEVSİMİYDİ
BİZİM SEVDAMIZDA KARLA BİTMELİYDİ
KARÇİÇEYİM KARDELENİM DERDİN
SENDE BENİM GİBİ KARDELENİ NECOK SEVERDİN
ŞİMDİ UZAKTASIN
ORAYA KARMEVSİMİ GELDİMİSENİN KALBİNDE
BUKADAR SEVDİMİ ..... SÖYLE SEVDİNMİ ......
VE BELKİDE AŞK CİDDİ BİR AKIL HASTALIĞIDIR
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası dır.
Aylardır sessiz kalmaktan yoruldumu
Kendi kendimle konuşmaktan delirdimi düşünüyordum
Ama yalnızlığımsım sıkı sarıldıgım
elinden tutup gezmeye çıkardıgım yalnızlıgım
Beni bu kadar korkutmuyordu.
fonda durup suyun akışını izlerken
Bilinmeyen bir kenttemutlak aşkı bulacağıma inanmak
Yalnızlığımı dindirmiyordu
Cünkü biliyordum Aşk'ı arayan herkes
Buldugunda daha cok yalnızdır
Sonra sevmek hep tek kişilik oynanır
Fuzuliye yada aragona gülsekte gecemiyorduk onlardan
Tam koklayacakken saga sola savrulan bir çiçek
Büyülü bir yüzsük
Bbelki üç harfin tesadüfen gelmesiydi Aşk
Yada kaldırımlara oturup yazılan şiirler
Ve belkiderenkleri unutan
Denizsiz kentin martısıyla karganın öyküsü
Dekorlara duvarlara çarpsam iyiya
Oyunun en olmadık yerinde sevdalara takılıp
Yine düştüm sahneden
Yaralarıma ne zaman iyi gelir şimdi
Ne yanıtlardankorktuğum için
Sana soramadığım sorulardan vaz geçmek
Nede anlamak içinkendimi yeniden
O caddedelerin kaldırımına atmak...
Kafamı avucumun içinde ezip
Öylece dolaşmak istiyorum
Ne zamana kadar?
Nereye kadar?
Beynimin bütün kıvrımlarında bir it gini dolanan
Yalnız başına yaşamak korkusu niye...?
Anılara şahitlik eden eşyalarla başbaşa kalmaktan
Yılların yükünü tek başıma taşıyamayacağımdan
Niçin bu kadar çok kortuğumu?
Niye her ayrılıkta bir bahar temizliği istiyor "içim"
"Şimdi yüreğim"
Seni güneşe çıkarmak neye yarar
Ömür nasıl geçer istasyonlardan yada istasyonlarda
Elimle yüreğimi bastırmaktan nasıl kurtulmalı?
Ölüm yüzümü kanat sesleriyle gizlerken
"Alışkanlık nasılda sinsice yerleşti yüreğimize"
Ne dersin ?
Kahrolası şehirlerde biraz daha mı yoraçağım yüreyimi?
Aşk sevgi zamanla öğrenilirmi?
Öğrenilirse ve aşık olmak divane olmakla aynıysa
Delilik öğretilen her şe ye dil çıkarmaz mı?
Ah.!bir el kitabı AŞK içinnn...!!
Heryerdereyhan kokusu....
Onca anıdan verilmiş sözlerden
Bir gece iki şarap ve kadehler mi kaldı?
Bir bilsen bende neler bıraktın......
Sonra bir yaprak ne hisseder yere düşerken.?
Şimdi "uyusam"......
Ve zaman cok cok daha hızlı akıp geçse
Ben o suyla okyanusa karışsam
Erisem
Cok olsam
Cok..
Biri beni delirten bu soruları benden alsa
Birazcık okşasa hüznümü ..
BU SEN OLSAN.......
VE BEN
VE BEN kaldıkmı yinebaş başa
Bir sevdanın arkasından yine yandıkmı?
VE BEN senitanıyom biyerden
Nedir o elinde sakladıgın
Kırık umutlarınmı?
Saklamabenden kaç sevdaya daldık
Kaç kere yandık yıkıldık!!
Ne olcak şimdi?aşkındayok
Yasla başını avuçlarıma sıkılma ağla!
Kimseye sölemem ağladığını
Silerim göz yaşlarımı VE BEN tanıyorum seni biyerden
Anlat anlarım sorgulamadan yargılamadan.
yasaktao günahta olasa ....AŞK..tı yaşanan



YAŞAMIN TERSİ
Yasamin en tatsiz tarafi sona eris seklidir.Süphesiz ki yasami tersten yasamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.Nasil mi ? Cami'de uyaniyorsunuz. Bir tahta sandik içersinde, herkes karsinizda saf durmus, iyiliginize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmis vaziyette.Tabuttan dogruluyorsunuz, yasli, olgun ve agirbasli olarak.Herkes etrafinizda, büyük br itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazir.Arabaniza kurulup evinize gidiyorsunuz.Dogar dogmaz devlet size maas bagliyor, aylik veya üç ayda bir maasinizi aliyorsunuz. Ne >>>güzel, hazir maas, hazir ev... Altmisli yaslara kadar hersey garanti, huzur içinde yasiyorsunuz. Sagliginiz gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalismak istiyorsunuz ve ise ilk basladiginiz gün size hosgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altin kol saati veriyor patronunuz.. ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak ise basliyorsunuz. Herkes karsinizda elpençe divan...Vücudunuzda da bazi hosa giden hareketler de basliyor. Gittikçe zayifliyor forma giriyorsunuz. Diger hormonal aktiviteler artiyor, fevkalade.....Aman ne güzel günler basliyor... Derken birgün patron size artik Üniversiteye &n bsp; gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada Babaniz ortaya çikmis, 'fazla çalistin" diyor "artik eve dön, isi birak, okumaya basla, harçiligin benden olsun..." Keyfe bakarmisiniz ? Okudugunuz dersler gittikçe kolaylasiyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem basliyor. Partiler, Diskotekler,Kizlarin sayisi artiyor. Derken Anne ve Babaniz sizi götürüp getirmeye basliyor, araba kullanma derdi de yok artik...Günün birinde sizi okuldan da aliyorlar, "evde otur, keyfine bak, oyuncaklarinla oyna" diyorlar...Mamaniz agziniza veriliyor, zaman zaman altinizi bile temizliyorlar, hatta bu durum aliskanlik yaratiyor ve hiç tuvalet kullanmamaya basliyorsunuz. Derken Anneniz bir gün size süt verme kararini aliyor ve baska bir keyifli dönem basliyor. Mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazir. Bir gün karanlik ilik ve sicak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için agzinizi açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sicacik, yumusacik, gürültü ve patirtisiz bir ortamda yasiyorsunuz. Kuculuyor, kuculuyor, ufacik bir hücre halini aliyorsunuz. Ve günün birinde müthis keyifli bir orgazm ile hayatiniz bitiyor....
CAN YÜCEL
DOLUNAY-Sevginin Ayışığı-
Çoook çok eskiden, yeşil bir vadinin içinde bir ırmak kıyısında kurulu bir köy varmış, taa dünyanın öbür ucunda. Çok eski dedik ya,o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş, yağmur yağmadıkça.Geceleri hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça. Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış,hayvanlar avlarlarmış, uçsuz bucaksız arazilerinden.Sularını, kaynağı çok uzakta olan köylerinin içinden geçen,ırmaktan alırlarmış.Köyde herkes birbirini sever, sayarmış. Köyde bir tek kişinin kalbinde öyle büyük bir sevgi varmış ki, bütün köyünküne bedelmiş.Dolun'un İntera'ya olan aşkıymış bu. Kız, Dolun'u bilirmiş de tanımazmış yakından. Dolun dayanamamış, bir gün gitmiş kızın yanına,sormuş İntera'ya onunla evlenip evlenmeyeceğini. İntera demiş ki Dolun'a: "Evlenirim evlenmeye ama benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden aynı şeyi ister benim babam. Ancak babamınbu isteğini yerine getiren benimle evlenir."Dolun şaşırmış. "Sensin benim kalbimin sahibi." diyerek başlamış sözüne "Senin dileğin benim için bir emirdir, söyle isteğini hemen yapayım." demiş aşkına.İntera demiş ki; "Bir çiçek vardır; yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan, onu ister babam, benle evlenmek isteyenden". Dolun, "Bekle beni" demiş İntera'ya,"Hemen gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri?"İntera parmağıyla göstermiş akan ırmağı; "işte bu ırmağın kaynağındadır der babam,kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek çünkü oralar büyülüym&u uml;ş derler, giden geri gelmezmiş çünkü, buralardan çok daha güzelmiş oralar."Dolun; "Senden daha güzel ne olabilir ki,bu dünyada?" demiş İntera'ya "Döneceğim o çiçekle, döneceğim çünkü; seviyorum seni çünkü; sensiz anlamı olmaz benim için o güzelliğin."Dolun çıkmış yola sonra. Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep ne kadar sevdiğini düşünmüş İntera'yı yol boyunca.Aklındaki İntera'ymış, tek amacı ise; o çiçek.Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden, yüzünü yıkamış ırmaktan, anlamış çok yaklaştığını kaynağınaırmağın suyunun serinliğinden. Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmış kaynakta, gölün ortasında bir adacık, adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş. Anlamış İntera'nın anlattığı çiçek olduğunu, güzelliğinden. Yüzmeye başlamış adaya doğru hemen. Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun'un.Adam Dolun'a; "Her gülün bir dikeni, koruyucusuolduğu gibi, bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer almaya geldiysen; ben Salut, izin vermem buna" demiş. Dolun şaşkın ve de kararlı bir tonla "Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım." demiş. "Hiç bir şey beni kararımdan çeviremez.""O zaman beni biraz dinleyeceksin" demiş Salut..."Sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağımeğer, hâlâ ikna olmazsan o zaman izin veririm almana." Dolun ikna olmuş ve çökmüş yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye... "Eğer, bir şeyi çok fazla istersenve engelin yoksa önünde onu alırsın.Hayat da böyledir, insan engelleri aşarsa yaşamına devam edebilir. Bu çiçek de sadece yaşam için bir şeyler yapacaksan engelleri kaldırır önünden çünkü; onun da bir görevivar. Bu çiçek, sadece 28 gecede bir açar yapraklarını ve döker parlayan tohumlarını göle, bu sayede buradaki sular yükselir ve ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar." demiş Salut. Dolun başlamış düşünmeyeeğer, çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında. Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun. Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun, çiçeğin. Yanında İntera vardır ama niye mutsuzdur ikisi de. Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun. Zaman geçtikçe Dolun'un düşünceleri yoğunlaşır kafasında. Mutsuzluğunu düşünür, çiçeksiz, İntera'sız bir yaşam düşünür.Koparamaz çiçeği günlerce Dolun, artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları. Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle bir tomurcuk da Dolun'un sertleşmiş kalbinin üstüne düşmüş, aniden Dolun kalbindeki aşkınınbüyüklüğ& uuml; kadar kocaman bir taşa dönmüş,taş o kadar büyükmüş ki, dünyaya sığmamış,gökyüzüne yükselmiş ve Dünya ile dönmeye başlamış.Böylece Ay olmuş Dolun'un kalbi Dünya'ya.O günden sonra sadece 28 gecede bir göstermişDolun kalbinin tüm yüzünü, aşkının bütün parıltısını diğerlerine.Sadece o gecelerde aydınlatmış Dünya'yıaynı çiçek gibi...


BABAMI İSTİYORUM
Adam yorgun argın eve döndüğünd e 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.Çocuk babasına, "Baba bir saatte ne kadar parakazanıyorsun" diye sordu... Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin işin değil" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam "İllâ da bilmekistiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi. Bununüzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip,"Benim senin saçma oyuncaklarına veyabenzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi,derhal odana git ve kapını kapat" dedi.Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylerecesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saatgeçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti veçocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"...Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diyesordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi... "Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sanaaz önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi... Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamınsuratına baktı ve yavaşça paraları saydı.Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?... Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracakvaktim yok" diye kızdı... Çocuk "Param vardıama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; "İşte 20 milyon... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."


İKİ SİMGE
Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötedebirbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerdenbiri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bilelio köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurtköpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunudüşünüyor , dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerininneden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla,sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğ&u uml;n simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilikve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçeben hep bunu düşünür&u uml;m. Onun için yanımda tutarım onları.
Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diyedüşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
- "Hangisi mi evlat?Ben, hangisini daha iyi beslersem!"


YAŞADIĞINIZ HER GÜN ÖZELDİR !
Eniştem; kızkardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı. "Bu" dedi, "sıradanbir çamaşır değil." Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı. Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti .Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi. "Jan bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı. Nereden baksan sekiz, dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi. Özel bir gün için saklıyordu." Çamaşırı benden aldı ve cenaze evine götürmek üzere ayırdığımız diğer giysilerle birlikte yatağın üzerine koydu. Bırakırken eli bir an yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gözünü hızlakapattı ve bana döndü ve dedi ki : " Hiçbir şeyini özel bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir."Cenazeyi izleyen günlerde enişteme ve yeğenimebeklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden California'ya dönerken uçakta yine bu sözleri düşündüm. Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı bütün şeyleri düşündüm. Hala eniştemin sözlerini düşünüyor um ve hayatım değişti.Artık daha çok okuyor, daha az toz alıyorum. Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlerealdırmadan. Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum , iş toplantılarında daha az. Mümkün olduğu kadar sık "hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk alınacak olaylar silsilesi olarak görülmesi" gerektiğini hatırlatıyorum kendime. Her anın güzelliğini duyumsayarak yaşamak istiyorum. Hiçbir şeyimi özel günler için saklamıyorum. Kıymetli tabak çanağımı her "özel" olayda kullanıyorum. Birkaç kilo vermek, tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk açan çiçek gibi özel olaylarda.. En pahalı ceketimi canımisterse süpermarkete giderken giyiyorum. Teorime göre eğer zengin görünürsem , küçük bir torba erzak için o kadar parayı daha rahat ödeyebilirim. Pahalı parfümü özel partiler için saklamıyorum. Mağazalardaki tezgahların ve banka memurlarının burunları da, en az parti parti gezen arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır. "Birgün" kelimesi dağarcığımdaki yerini kaybetti. Bir şey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu şimdi görmek , duymak ve yapmak istiyorum. Hepimizin "Yaşayacağımıza garanti gözüyle baktığımız yarını görmeyeceğini" bilseydi eğer kızkardeşim, neler yapardı kimbilir ? Sanırım aile fertlerini veya yakın arkadaşlarını arardı. Belki eski birkaç arkadaşını arayıp aralarında geçen sürtüşmeler için özür dilerdi. Belki bir lokantaya en sevdiği çin yemeğini ısmarlardı. Bunların hepsi birer tahmin. Kardeşimin neler yapamadan öldüğün&u uml; hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ya ben ?.. Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeylerolduğu için kızardım. Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım için kızardım. "Bir gün ararım" dediğim dostları görmediğim için kızardım. Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi yeterince sık söylemediğim için kızardım. Artık hayatlarımıza kahkaha ve renk katacak hiçbir şeyi yarına ertelememeye, duygularımı dizginlememeye çalışıyorum. Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün "Özel bir gün" olduğunu söylüyorum. Her gün,her dakika, her nefes gerçekten Allah'tan bize bir armağan.


HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?
Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğ&u uml; zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı. "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk.. "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar daalman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yenidenyazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm." Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı. "Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!." Çocuk bir hafta kadar düşündükt en sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına.. "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi.."..... O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenm iş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi, "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."



ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktaniçi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." derve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.Yataklardadır artık çiçek. Su da başında beklerçiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorluklabaşını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durumkarşısında ve son çare olarak bir doktor çağırırnedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene ederçiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumuümitsiz artık elimizden birşey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle birbakar suya ve der ki: "Çiçe� �in bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...
ünün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktaniçi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." derve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.Yataklardadır artık çiçek. Su da başında beklerçiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorluklabaşını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durumkarşısında ve son çare olarak bir doktor çağırırnedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene ederçiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumuümitsiz artık elimizden birşey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle birbakar suya ve der ki: "Çiçe� �in bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...


Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar'ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Parketmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğün& uuml; sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavasça geçerkenhiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığınıfarketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü.
Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu parketmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı; "Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?" İyice sinirlenerek devam etti: "Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya malolacak. Bunu neden yaptın?" Çocuk yalvararak cevap verdi: "Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı" Parketmiş bir arabanınarkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyord u.
"Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır." Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, bogazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genci kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti.
Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek "teşekkür ederim efendim, Tanrısizden razı olsun" dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüşt& uuml;.
Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğ&u uml;, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.
Tanrı, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazan, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin. Tercihi siz yapın...


Kalbimin Sahibi
Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyayadaha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere,kalp nakli için ilân vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı.Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yine deengel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına,fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor ,anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu... "Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demiştidelikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri,sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte, dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş,onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi...Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...Ayrılıklarından bu yana beş bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir,her günü hüsran... Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbinikimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştıbu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı...Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı,bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce elleriniseyrederdi... En çok da saçlarının dökülmesine üzülüyordu . Çünkü sevdiği öpmüş,koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu.Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa,kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrundadeğildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki...Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsayeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık...Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek istemiyordu.. Ufak da olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmekistemiyordu... Sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi? Kendi, sevgi dolu kalbini kimseylepaylaşmayı düşünmemişti bile ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisinisilmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük birağırlık çöktü. Onu düşündük& ccedil;e her dakikasının zehir olması artık çok dahaağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada...Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti.Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceleriçinde daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllübulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı...Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen vegörevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözleriniaçtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti...Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu birtürlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu...Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onuuykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu...Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmıştı amaameliyatı kolay değildi, bir aya kalmadan geçer demişti doktor.Aylar geçmişti ama hâlâ aynıydı durum. Çiçeklerini n yanına gitti. Her günonlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlara.. En çok kankırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi.O da genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibigörüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünd e ona hediye edeceğinedair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti.Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Neolduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlıatmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı.Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceğisevdiğinin kokusu vardı mektupta... Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçipoturdu yavaşça... Kağıdı açtı ve elleri titreyerek okumaya başladı."Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağınıbildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Hergünüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu...Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha dahüzünlüyd& uuml;. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerceağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanındaolmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime,sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecekbir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim.Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye...Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık...Senden çok uzaklardayım belki ama yine de seni görmek için uzaklardangelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurkenyanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi bildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi sevmemizin altıncı senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın dasen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bakolur mu? Çünkü göz yaşlarımla, adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde unutma. Kırmızı gülü de unutma olur mu?Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim...
SEVGİLİN

sunnuntai 16. marraskuuta 2008

Rakastan sinua.

Minä kysyn häneltä: Rakastatko minua?
Hän vastaa:Rakastan!
Minä vastaan:Et sano sitä kyllä tarpeeksi usein
Hän sanoo:Rakastan sinua,
Rakastan sinua,
Rakastan sinua, Rakastan sinua,
Rakastan sinua, Rakastan sinua,
Rakastan sinua.
Tuon pitäisi riitää ainakin viikoksi. >
.....................................

En näe sinua missän.
Mutta silti tunnen läheisyytesi.

en tiedä missä olet.
Mutta tiedän että olet olemassa.

Rakastan sinua.
Ja tiedän että polkume kohtaavat viellä.
.................................

Rakastan Sinua kuin viimeistä päivää.
Niin kuin viimeistä päivää tai ensimmäistä
ja muistan
unieni elämän huudon
ja pääni puristuksen
ja hengityksen hurman
Niin minä Sinua rakastan

ja rakkaus tuoksuu kuin kevät
tuoksuu, tuoksuu kuin
kaadettu kesäheinä
katkaistu koivunoksa
vaoille kynnetty kukkaniitty
sateinen kallion sammalkylki
makeansuolainen merituuli

kasteena huulilla
ja kaneliomena, maahan pudonnut,
haljenneena hämmästyksestä
kypsät kyljet ryppyisinä Rakastan

kurkien huutoa syksyisillä soilla
ja joutsenen laulua.
Niin minä Sinua rakastan
lepattavalla liekillä.

...mektup...



Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar... Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, isteğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum.

Aydınlık! Sen en güzel aydınlık! Bizi bırakma. Kalplerimizde girmediğin köşe kalmasın. Çek, kurtar bizi insan yaratılışımızın korkunç karanlığından. İçimizde, ta derinlerde kükreyen o vahşi hayvanı sustur. Düşüncelerimizi tırmalayan o kanlı pençeden kurtar bizi. Unutulmuşların dünyasında biz unutmak istemiyoruz.

Haydi sevdiğim sen de aç yüreğini. Dostluğun o ölümsüz ışığı dolsun içine. Saçlarımı okşadığın zaman, annemin eli sanmalıyım ellerini. Dudaklarından yalnız aşkın hazzını değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim. Bana önce insanlığımı öğret, bana unutmamayı öğret. Seni hiç unutmak istemiyorum.
Bilinmeyen içkilerin en zevk dolu sarhoşluğunda yaşayalım seninle. Kurtulalım bu korkulardan, bu çaresizliklerden.

Beni hiç unutmayacaksan sev, usanmayacaksan sev. Birlikte yaşadığımız her dakika ömrümüzün bir yılına bedel olmalı. O dakikaları hatıraların sonsuz mezarlığına gömeceksek hiç yaşamayalım.

Önce zamandan kurtulmalıyız öyleyse. Birbirini yenilemeli saatlerimiz. Yarın bu günü aratmamalı. Yerçekiminden kurtulurcasına aşmalıyız zamanı seninle. O dost zamanı, o dostça zamanları.

Bana "gel" dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmemeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle elele, dizdize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde.

Hadi sevdiğim, sen de aç yüreğini. Bana kendinden bahset. Hep ben ol, durmadan ben ol istiyorum. Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim.

Benim olma demiyorum. Ama önce ben ol. İnan, ben hep sen olacağım, baştanbaşa sen olduğum için.

Aşkta kaybettiklerimizi dostlukla tamamlayalım. Gel, aydınlık, bizi bekliyor..

torstai 6. marraskuuta 2008

~***~runo~***~

Ikävä silmiäsi,
Ikävä hymyäsi,
Ikävä kosketustasi,
Ikävä sinua,
Ikävöitkö sä minua.
..................................

Sinä olet kiltti,
Sinä olet kultainen,
Sinä olet söpö,
Sinä olet suloinen,
Sinä olet sinä,
Ja juuri siksi,
Minä rakastan sinua.
......................................
Sinä pieni ja suloinen,
Tulit tähän maailmaan hymyillen.
Ikää sulla vasta pari päivää,
ei onneksi huolen häivää.
........................................
Kumpa voisin kertoa sulle,
Sä kuinka rakas oot mulle.
En tahdo sua mä koskaan menettää,
Vaan ikuisesti olla sun ja
sua rakastaa.
............................................'
Mun on ikävä sua,
kaipaatkohan sä mua.
Sua mä vielä odotan,
elämääni tulevan
Voihan olla et tää on turhaa,
mut en aio tunteitani murhaa.>
.......................................................

Ei kukaan tiedä missä oot,
Ei kukaan tiedä mitä teet,
Mikset sä voi ilmoittaa olevasi kunnossa,
sillä kaikki ollaan susta huolissaan.
....................................................
Miksi annat toisten sua määrää,
ei sun tarvii niiden mukaan häärää,
Koita joskus sanoo ei,
vaikka joku sit sanoiskin hei hei.
........................................................
Jos sä lelua etsit vaan,
niin turhaa aikaa muhun tuhlaat,
Ei siitä ole sulle kuin haittaa,
Sillä se ei maksa vaivaa.
.............................................

keskiviikko 5. marraskuuta 2008

miksi lähdit?

miksi lähdit pois?
en kerennyt edes tuntemaan sinua.
minulla ei ole mitään sinusta jäljellä
ei muistoja..
ei valokuvaa..
ei tavaraa sinusta..
kaikki puhuvat että sinä et välittänyt minusta lainkaan..
en voi uskoa sitä mitä muut sanovat sinusta..
kumpa tuntisin sinut..
minulle edes riittäisi yksi päivä jotta saisin tuntea sinut..
sitten saisin sanoa muille että hän rakasti minua ja rakastaa edelleen..
ikävöin sinua niin paljon...
joka yö itken itseni uneen...
jos saisin mahdollisuuden nähdä sinut niin halaisin sinua lujaa enkä päästäisi sinusta koskaan irti...
mutta se ei ole mahdollista koska olet kaukana minusta.......!!
...........................................................

tiistai 4. marraskuuta 2008

Aşkin Kollarinda Son Bulan ömür


Sen Uyurken Tam Şuanda Bİr Kelebek Var Avucunda.
Çok Az Vaktİ Var Kendİ de Bİlİyor.
ama Gİtmeden AŞkin Kollarinda Can VermeYİ,
sonkez AŞkin AvuÇlarindan YÜzÜnÜ GÖrmeyİ DİlemİŞ.
Bunun İÇİn Tanridan İzİn İstemİŞ. YeryÜzÜnden Ayrilmadan SevdİĞİ İnsani Mutlu Etmek İÇİn...
Kanat Çirparken O EŞŞİz GÖkyÜzÜnde YorulmuŞ.
dİnlenmek İÇİn DurakladiĞi Avucunda Aci Çekmeye BaŞlamiŞ...
ÖlÜyor Artik SanmiŞ.
YÜzÜnÜ Sonkez GÖrmeden Gİtmek İstememİŞ.
tanriya Hanİ İzİn VermİŞtİn,
aŞkin Kollarinda Harcayacaktim Bİr GÜnlÜk ÖmrÜmÜ DemİŞ...
O Arada AvuÇlarinda Dİnlenmek İÇİn DurduĞunun AŞk OlduĞunu AnlamiŞ...
yÜzÜn İlİŞmİŞ GÖzlerİne...
Dudaklarinda TebessÜmle UzanivermİŞ Yanina...
Onu Buldum,
Kisada Olsa Hayatimi Burada Birakmaliyim...
Bİr GÜnlÜk MutluluĞumu AŞkin Kollarinda YaŞamaliyim...
Tanri İse KÜÇÜmseyen Bİr BakiŞla:
Senİn ÖlÜmÜn Ona Nasil Mutluluk Verebİlİr?
Deyİnce Kelebek:Benİm ÖmrÜm Yalnizca Bİr GÜn...
Ben ÖldÜkten Sonra Yenİden DÖneceĞİm Hayata,
bİr Kozada...
ve Ben Her DÖndÜĞÜmde O Uykuda Olacak Ve Ben Her GÖzlerİmİ KapattiĞim An YaŞama O GÜnaydin Dİyecek...
nasil OlduĞunu Bİlmeden Mutlu Uyanarak.
benİm Nedenİm Onun YeŞİl Elbİsesİ,
Çocuk Kalbİ DeĞİl...
Onunkİ İse AvuÇlarinda son Bulan YaŞam DeĞİl...
Her Seferİnde DoĞmak İÇİn Ona GelİŞİm Olacak DemİŞ...
Her Bİten ÖmÜr Aslinda Yenİ Bİr BaŞlangiÇtir AŞkin Kollarinda...

YA AŞKIMIN BÜYÜKLÜĞÜNDE
EZİLECEKSİN YA SEVGİMİN
OKYANUSUNDA BOĞULACAKSIN
BANA SENSİZLİK KOYMAZ Kİ
YOKLUĞUNA SEVDALIYIM....


Benİm ÖmrÜm Yalnizca Bİr GÜn...
Ben ÖldÜkten Sonra Yenİden DÖneceĞİm Hayata,
bİr Kozada...
ve Ben Her DÖndÜĞÜmde O Uykuda Olacak Ve Ben Her GÖzlerİmİ KapattiĞim An YaŞama O GÜnaydin Dİyecek...
nasil OlduĞunu Bİlmeden Mutlu Uyanarak.
şayet insan sevdiğinin mutlu olacağına yürekten inansa ölmeyi ister,onun mutluluğuna uyanmak için..
ne kadar güzel ne kadar anlamlı yüreğin dert görmesin birtanem..





.Yksipuolinen rakkaus.


Tiedän etten
enää saa nauttia viesteistäsi
en aamulla
en illalla
luultavasti en enää koskaan
Mutta saisinko
vielä kerran itkeä olkaasi vasten
Kastella paitasiaistia tuoksusi
En kestä ilman Sinua
en ole sanonut sitä
olen vain katsellut antamaasitummaa sormusta
ollut itselleni kiduttavan hiljaa
odottanutettä taivaan pieninja mitättömin tähtisulkisi vihdoin silmänsä
ja kun niin tapahtuu
voisin sormellakirjoittaa olkapäähäsi
rakasta minua
Tulet itkien syliini käperryt lämpöiseen syliini hellään
Haluat lämpöä ja iloa minulta
Tunnet sydämeni jokaisen elonponnistuksen
Aistit hikeni paidassani
Ajattelet minun ajattelevan sinua
Toiset ajatukset sinua kiinnostavat ei
Olet vierelläni
Olet turvanani
Olet minun kaksoisliekkini
Olet minun rakkauden toinen puolisko
Olet Amorini nuolen kohde
Rakkaus sinuun osunut on
Et käsitä muuta
Et ajattele muuta
Vain kohde rakkauden sinun mielessäsi on
Sitä sinä halusitkin
Rakkaus voittaa vaikeudet
Rakkaus sielujen välillä ikuisesti kestää
Vain kuolema erottaa kunnes elämä taas yhdistää


♥ Rakkauteni matkustaa, kauas ja
siitäkin vielä kauemmas.
Ajaa hurauttaa ohikin tästä,
vaan ei tule edes käymään.
Tuskin edes vilkuttaa ohi mennessään,
vaikka varmasti minä sentään sen huomaisin.
Laitan puhelimeni pois äänettömältä,
nyt saa soittaa kuka vaan.
Samoin tekstiviestiääni
saa palata ennalleen.
Ja kaikki on taas samoin kuin ennenkin.
Vain minä olen erilainen. ♥

En ole unessa,
en nuku
valvon hiljaisuudessa
etkä sinä tiedä,
mitä ajatuksia leijuu kehänä
ympärilläni ja minussa.
Mietin huomista
tulevia tuokioita, hetkiä,
joita ei vielä ole olemassa
silti ajattelen
ja menneen elämän eletty aika
ilmestyy minulle jokaikinen yö
etkä sinä tiedä,
miten kaikki mennyt
kaikki eletty
valtaa yöni hiljaisuuden ja
tuhoaa kaiken kauniin
En lepää
vaikka aamun herätessä
uni karkottaa pahan minusta
ja aamullaen mieti mitään.
Hiljaisuus on minussa,
unet, todellisuus, tämä hetki
ilman turhaa unelmaa
syntymättömistä hetkistä..!!

maanantai 3. marraskuuta 2008

ErkekLerde AğLar

gunlerdir sinirinda yasiyoruz askin,
gunlerdir ucurumunda
bu kacinci atisim kendimi
kollarindan yannizlia
bu kacinci darginlik
bu kacinci barisma
belli ki;
sensizliye surgun artik bu gözler
sessizliye surgun bu dudaklar, bu eller...
simdi yorgun bir cinar gibi kalbim
artik sana deyil
sensizliye yaslanacam
hoscakal guzciceyim hoscakal
seni artik
gözyaslarinla islanmis
yastiklara birakacam...

oysa yillarca
yemyesil bir orman köyunde sakladim gözlerini
da baslarinda coban atesleri yaktim usumesin diye
ellerine kör gecelerin karanlinda sarildim
ve haykirdim
en dipsiz kuyulara adini
ezberlettim seni kurtlara kuslara....
sense beni sokaklara vurdun
ve en zehir sarkilara.
bilirsin,

ruzgara bicak

yamura ates

buluta kursun islemez

sen de öylesine vurdun ki beni

artik bana

hicbir aci kar etmez...


taa cocuklumuzdan cok görmusler

yasaklamislar alamayi

ne yanginlar söndurur oysa

iki damla göz yasi

bazen özur sayilir, bazen elveda

sen ala sevdiceyim

icinden geliyorsa

alamak insan isi

gök yuzu bile nasil alar

elinden alininca gunesi

yurek tasiyan her insan gibi

erkeklerde alar arkadasim.

sunnuntai 2. marraskuuta 2008

--adam gibi--

Ben seni hiç sevmedim ki
Durgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim,
Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim
Bir de yıldızları sevdim
Eylül akşamlarında gelip,
Gözlerinde tutulan.

Ben seni hiç sevmedim ki
Beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim,
Kurşunları sevdim beni vurduğunda,
Ağlamayı sevdim unuttuğunda,
Yalnız olduğumu anladığımda
Ayakta kalmamı sevdim
Yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda

Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği
Su gibi özledim Temmuz güneşinde sesini
İkindide yağmur gibi
Geceleyin yağan yağmur gibi sevdim seni sevdiğimi
Ben seni hiç sevmedim ki...

Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim
Menekşeyle konuşmanı
Nisan'a hatırlatmanı
Baharın bir adının da yalnızlık olmalığını
Düştüğün zaman kanayan yaralarını
Ve tuhaflığını üşüdüğüm zaman
Sakız satan çocukları
Yeni çıkan şarkıları
Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim

Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte
Ben seni hiç sevmedim ki...

Bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine
Bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde
Alemin ortasında, kimsesizliğin sesinde
Buğusunda sabahın, acımasızlığında ahın,
Ağlayan yüzünde İsa'nın
Ferahlatan gücüyle duanın
Korkutan yanıyla nar'ın
İncenin, zeytinin ve kalbin üstüne
Gülün üstüne
Tutunduğum umudun üstüne
Korkunun üstüne
Hep senin üstüne, hep senin üstüne
Ben seni hiç sevmedim ki...

Gittiğin zaman gitmeni sevdim
Evreni sevdim geldiğin zaman
Kalmanı sevdim
Korkuyordum sana alışmaktan
Yine de sevdim gülümsemeyi
Mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından
Kırlara ilk kar düştüğü zaman
Ölümünün ne güzel olduğunu sevdim
Seni içimde öldürdüğüm zaman
Ben seni hiç sevmedim ki...

Durgun akşamlarda söylenen şarkı neyse
Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim
Bir de yıldızların sevdim
Eylül akşamlarında gelip
Gözlerinde tutulan
Ben seni hiç sevmedim ki...

Düştüğün zaman kanayan yaralarını
Ve tuhaflığını üşüdüğüm zaman
Sakız satan çocukları
Yeni çıkan şarkıları
Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim
Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte
Ben sevdim mi adam gibi severim
Ben sevdim mi adam gibi severim